Böyle çok kişi olunca oynardık ya, herkesin bi sayısı olurdu… Ellerini önce iki kez bacaklarına vurur, sonra iki kere el çırpar sonra iki elimizin parmaklarını şıklatırken şöyle derdik ; ‘yimbeş kırkbeş’, karşıdaki de uyuzluk olsun diye ‘kırkbeş yimbeş’ diyip sana geri çevirirdi. Uyuz olmazdık hiç, o çevirmeyle çok eğlenirdik, yüzümüz gülerdi hep. Finalde de ‘tuz,buz’ ‘buz,tuz’ olurdu kelimeler, deli gibi hızlanırdı. Gülerek biterdi. Onu özledim ben.
Sokakta deli gibi koştururken ananemin camdan bizi çağırıp hazırladığı ekmek arası domates peyniri kapının önünde yemeyi, yanında bakkaldan açtırdığımız elvan gazozunun boğazımı yakmasını özledim.
Apartmanın arap sabunu kokusunu, kapıcımızın karısının ‘basmayın len yeni sildim oraları’ diyip ense kökümüze süpürge fırlatmasını özledim.
Arabanın altına kaçan topu almayı, terleyince aşağı mahalledeki çeşmeye koşmayı, bin kere üstünden araba geçen kale taşını düzeltmeyi özledim.
İstiklal Marşı’nda birbirimize çimdik atıp gülmeyi, mendil/tırnak kontrolünde 1 dakkada bütün pis tırnakları çaktırmadan yemeyi özledim.
Bakkalın her sabah akşamdan kalma çekirdek kabuklarını süpürürken bize saydırmasını, kızgınlığı bittikten sonra bakkala girip peynir, sabun, pisküüt, gaz karışımı kokuyu almayı da özledim.
Yılbaşında dansözü beklerken heyecanlanmayı, kışın daha sıcak diye misafir odasına yapılan yer yatağında yorgan altından kıkırdamayı, pazar akşamı herkes gibi banyo yapıp hacışakir kokarak okul çantamı hazırlamayı bile özledim.
Misketlerimi saymayı, askerlerimi konuşturmayı, telli arabama pul yapıştırmayı, annemin ‘atacam o pis gazoz kapaklarını balkondan’ demesini özledim.
Kömürlükten odun taşımayı, bakkaldan hayvan pisküüt almayı, kolonya şişesiyle pompalı pereja kolonya aletinden kolonya doldurtmayı, duvarın üstünde 10 kişi yanyana oturmayı, 5 saat sokaklarda dolaşıp boş kibrit kutusuyla yaldızlı sigara kağıdı toplamayı özledim.
Kış gelirken soba borularını çıkarıp yaldızlı boyayla boyayıp tekrar kurmayı, mandalina kabuklarını kurutup yemeği, daha kurumayan tülleri kornişe asarken elimin deli gibi ağrımasını, ablam telefonla konuşurken paralelden açıp dinlemeyi özledim.
Tipitip kağıtlarından basmaca oynamayı, camına top gelen hacı amcanın bize ana avrat küfrettiğinde terli terli, sus pus apartmanın önünde oturmayı özledim.
Kaset listesi yapıp kasetçinin sona koyduğu sürpriz şarkıyı dinlemeyi, babamın arabasına doluşup kaseti dinlerken ekolayzırı hep aynı V şeklinde ayarlamayı, walkmanimin kafasını kolonyayla temizlemeyi özledim.
Ekmek arası patates yemeği, o topten ayakkabıyı almak için babamdan para isterken utanmayı özledim.
Pamuklu çoraplarımı, ucu delik espadrillerimi, cin menta içmeyi, herkeste aynısı olan yargıcı tişörtümü giymeyi, kenzo sürmeyi özledim.
Yaşım eşek kadar oldu diye ana rahmi sendromu olabilir ama… Özledim işte ya.
18-43 yaş arasını değil de 7-17 yaş arasını çok daha fazla özledim. Niye biliyo musun? Özlediğin herşey kendini kasmadan yaptığın, kendini zorlamadığın, art niyetin filan olmadığı durumlardı. Kendin için, eğlenmek için, hayat için yaşadığın anlardı.
Şimdi özlediğin anlar hep daha az değil mi? Ulan 5 sene önce ne eğlenmiştik be kardeşim diyosun. 1995 tatili unutulmazdı diyosun. O kadro bi daha hiç gelmedi bizim işyerine diyorsun.
En yakın arkadaşının doğumgününde en önemli şey ne giydiğin oluyo artık. Olmasın. Şortla git, ama kendin gibi git… Olmadı gerçekten bi git …